Milli Edebiyat Döneminde Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler |
Fecr-i Âti ile Genç Kalemler arasında bir çatışma görünse de şiirlerinde dil ve anlatımın dışında önemli bir ayrılık yok gibidir. Genç Kalemler de şiiri yalnız bir estetik haz aracı olarak görmeleri bakımından Fecr-i Âti'nin bireyci sanat anlayışından ayrılmış değildir. Dil ve anlatımdaki ayrılığa ölçü de eklenir. Şiire aruzla başlayan Millî Edebiyatçılar, sonradan aruzu bırakıp hece ölçüsünü kullanmışlardır. Millî Edebiyat şairlerinin hece ölçüsüne bakışlarını Ziya Gökalp'in şu dörtlüğü en güzel şekilde ortaya koyar: Aruz sizin olsun, hece bizimdir, Halkın söylediği Türkçe bizimdir Leyi sizin, şeb sizin gece bizimdir, Değildir bir mana üç ada muhtaç. Millî Edebiyat hareketinin tutunmaya çalıştığı 1911-1917 yılları arasında Türk şiirinde karışık bir durum göze çarpar. Millî Edebiyat şairleri kendilerini halka kabul ettirmeye çalışırken Ahmet Haşim gibi Fecr-i Âti şairleri etkilerini sürdürme çabası içindedir. Servet-i Fünûn şiirinin Tevfik Fikret ve Cenap Şehabettin gibi ustaları edebî saygınlığını korumaktadır. Bunun yanında Mehmet Akif'in temsil ettiği ayrı bir şiir anlayışı vardır ki bunu unutmamak gerekir. Dönemin şiir sahnesindeki bu karışıklığı, Fecr-i Âti'nin dağılmasından sonra bu topluluğa bağlı bazı şairlerin, Millî Edebiyat anlayışının dışında kendilerini tatmin edecek arayışlara girişmeleri daha da artırır. Rübâb dergisinde toplanmış olan Halit Fahri, Orhan Seyfi, Safî Necip gibi bu genç şairler, "Nayîler" adı altında yeni bir edebiyat hareketi oluşturmak için ortaya çıktılar. Bu şairler, edebiyatta "millîlik" ayrıcalığını Genç Kalemler'e bırakmamak için edebiyatın "millî geçmiş"e bağlanarak millî olabileceği görüşünü benimsediler. Böylece Anadolu'daki Türk edebiyatının ilk dönemlerine inmeyi, 13. asrın büyük mutasavvıflarından Yunus Emre gibi şairlerin şiirlerindeki samimi, lirik ve mistik dokuyu kendi şiirlerinde yansıtmayı denediler. Kamuoyuna Şehabettin Süleyman'ın "Nâyîler-Yeni Bir Gençlik Karşısında" adlı makalesiyle ilk kez duyurduğu bu topluluğun ömrü çok kısa sürmüş, genç şairler düşüncelerini gerçekleştirebilecek değerde eserler veremeden dağılmıştır. Aynı dönemlerde ortaya çıkmış edebî eğilimlerden biri de geçmişin kaynağına yönelen eğilimdir. Bu eğilim, Türk edebiyatını temelinden Batılılaştırmak için doğrudan doğruya Eski Yunan edebiyatını örnek edinir. Bu eğilimin en önemli temsilcisi ise Yahya Kemal'dir.
Millî Edebiyat Döneminde şiir anlayışın üç başlık altında toplanabilir: Sade dil ve hece ölçüsüyle yazılmış şiirler, saf (öz) şiir, halkın yaşayış tarzını ve değerlerini anlatan manzumeler. 1. Sade Dil ve Hece Ölçüsüyle Yazılmış Şiirler Ziya Gökalp çevresinde toplanan şairler, sade bir dille ve hece ölçüsüyle şiirler yazarlar. Bu şairler, hem Türk halk şiirinin söyleyiş gücünden hem modern şiirin söyleyiş özelliklerinden yararlanır. Bu anlayışta yazılan şiirlerde çoğunlukla halkın konuştuğu yalın bir Türkçe kullanılmış; aruz yerine hece ölçüsü tercih edilmiştir. Konular Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti Döneminde olduğu gibi bireysel, içe dönük değil, millî ve toplumsaldır. Türkçülük ve milliyetçilik fikri şiirlerde geniş biçimde işlenmiş, millî coşkuyu artırıcı şiirler yazılmıştır. İstanbul'daki dar bir kesimin yaşamı yerine Anadolu halkının yaşamı, çektiği sıkıntılar, kısaca millî ve yerli konular işlenmiştir. "Toplum için sanat" düşüncesiyle kaleme alınan bu tarz şiirlerde çoğunlukla kuru bir didaktizm göze çarpar. Uyaklar, doldurma izlenimi verir. Halk şiirine ilgi duyulmasına karşın kullanılan nazım biçimlerinde çeşitlilik görülür. Üç, dört, beş, altı, yedi dizeden oluşan bentler, Batı kaynaklı sone ve yeni kalıp ve şekiller kullanılmıştır. Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış, Coşkun ırmakların selleri kalmış, Hanlar yok meydanda, illeri kalmış, Düşenler çok ama kalkan nerede? Gideyim arayım: Hakan nerede?
Türk yurdu uykuda ey düşman sakın! Uyuyan ülkeye yapılmaz akın. Tan yeri ağardı, yiğitler kalkın. Bakın yurd ne hâlde, vatan nerede? Gideyim arayım, yatan nerede? Bu dizeler Ziya Gökalp'in Altın Destan adlı şiirinden alınmıştır. Şair, şiirinde döneminde ülkenin durumuyla ilgili bilgiler vermenin yanı sıra millî bir duygu oluşturma çabası içindedir. Bu yönüyle şiirde ulusal bir konu ele alınmıştır. Şiirde "hanlar, iller, hakan, yurt vb." imgeler kullanılmıştır. Dizelerde halk şiirinde olduğu gibi yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Ayrıca 11'li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Halk şiirinin anlatım olanaklarından yararlanılmakla birlikte nazım birimi olarak beşlik kullanılmıştır. Kafiye düzeni "aaabb, cccbb..." biçimindedir. Birinci beşliğin ilk üç dizesinde yarım uyak ve redif, dördüncü ve beşinci dizelerinde zengin uyak ve redif kullanılmıştır. İkinci beşlikte ise zengin uyak ve tam uyak kullanılmıştır. Şiirde okuyanları kendine getirme, bilinçlendirme, gizli de olsa onlara öğüt verme çabası görülür. Bunlar didaktik şiirin özelliklerini yansıtır. Didaktizm olduğu için şiirin sanatsal yönü zayıflamıştır.
2. Saf (Öz) Şiir Saf şiire özgü arayışın en önemli temsilcileri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'dir. Bu iki şair, Yeni Lisancılar olarak bilenen şairlerden ayrı bir yol izler. Hece vezninin yaygın biçimde kullandığı bu dönemde onlar aruzla şiir yazmayı sürdürür. Ahmet Haşim'e göre şiir, nesre çevrilme olanağı bulunmayan nazımdır; şiir musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir. Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet Haşim, "sanat için sanat" anlayışıyla şiirler yazar. Amacı saf ve güzel şiirler yazmaktır. Onun şiirleri, hiçbir şeyin aracı değildir. Yahya Kemal ise şiirin, nesirden bambaşka bir nitelikte, musikiden başka türlü bir musiki olduğu görüşündedir. Batı'da gördüğü "parnasizm" akımından etkilenmiş ve bu anlayışla, divan şiiri anlayışıyla modern şiirin söyleyiş özelliklerini birleştirerek bir sentez oluşturmuştur. Sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam bir anlatıma önem vermiştir. ÖZLEYEN Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde Sen nerdesin ey sevgili, yaz günleri nerde? Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde? Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi Hülya gibi yalnız gezinenler köye indi Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde. Yahya Kemal Yahya Kemal, şiirinde bireysel bir konuyu ele almıştır. Bu şiirin son derece yalın ve anlaşılır bir dili vardır. Şiirde kelimelerin özenle seçildiğini ve son derece uyum içinde olduğunu görüyoruz. Şiir aruz vezninin "Mef ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün" kalıbıyla yazılmıştır. Şiir aruz vezniyle yazılsa da yaygın nazım birimi olan beyit değil, dörtlük kullanılmıştır. Yahya Kemal'in, Millî Edebiyat şairlerinin yaptığı okuyanda millî bir bilinç oluşturma, mesaj verme gibi bir amaç gütmediğini görebiliriz. Şair, saf şiir yazmanın kaygısını taşımaktadır.
3. Halkın Yaşayış Tarzını ve Değerlerini Anlatan Manzumeler Bu anlayışın temsilcisi Mehmet Akif'tir. Şair, yazdığı şiir ve manzumelerde halkın dinî ve millî değerleri, yaşama tarzı üzerinde durur. Millî Edebiyat yıllarında Mehmet Akif, daha önce Tevfik Fikret'te gördüğümüz "nazmı nesre yaklaştırma" anlayışını sürdürüp geliştirmiştir. Şiirde Tevfik Fikret'ten devraldığı "gerçekçiliği" geliştirmiş, "hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu" bildirmiştir. Manzumelerinde halkın yaşama biçimini gerçekçi biçimde yansıtmıştır. Mehmet Akif, Halkın yaşamını yansıtmasına karşın, hece ölçüsünü değil, aruz veznini kullanmıştır. Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? - Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın, - Mehmed Ağa'nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmıyayım... Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası: Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası! Bu dizeler Türk edebiyatında manzum hikâye türünün en başarılı örneklerini veren Mehmet Akif'in Seyfi Baba şiirinden alınmıştır. Bu dizelerde şairle Seyfi Baba'nın arasında geçen diyaloglar yer almaktadır. Şiirde gerçeklik duygusu ön plandadır. Mehmet Akif, bu şiirinde de gördüğünü, yaşadığını anlatmıştır. Mehmet Akif'in toplumu bilinçlendirme, ona mesaj verme çabası da özellikle son beyitte açıkça görülmektedir. Yukarıdaki dizelerde yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Şiir aruz vezni ve beyit nazım birimiyle yazılmıştır. Nihayet millî bir edebiyatın oluşumunu isteyen şairlerin bu dağınıklığını ortadan kaldırmak, onların çalışmalarını birleştirmek için 1917'de "Şairler Derneği" adında bir dernek kurulmuştur. Ancak üyeleri arasında farklı edebiyat anlayışına sahip sanatçıların tam anlamıyla bir birlik oluşturmaları imkânsızdı. Nitekim toplantı yeri Türk Ocağı binası, yayın organı da Servet-i Fünûn olan dernek, üyelerini istedikleri sanat anlayışını benimsemekte serbest bıraktı. Onlardan sadece "konuşma dilinin ve hece ölçüsünün kullanılmasını" isteme kararını aldı. Kuruluşundan başlayarak bütün edebî hareketlere sayfalarını açan Servet-i Fünûn'un da harekete katılması ve özellikle Yeni Mecmua (1917), Büyük Mecmua (1919) gibi dergilerin sürekli yayınlarıyla şiirde dil ve vezin birliği Cumhuriyetin ilanından önce tamamıyla sağlanmış olur. "Halka doğru" gitmek isteyen aydının, halkla anlaşma ve aradaki uçurumu doldurma çabası, ortaya ilk olarak "dil" sorununu çıkarmıştır. Böylece, ta Tanzimat edebiyatından beri zaman zaman üzerinde durulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen ve Şinasi'nin deyişiyle "bütün halkın kolaylıkla anlayabileceği yolda" yazma, yani konuşma dilini yazı dili yapma davası bu devirde kesin olarak benimsenmiştir. Bu dava, Selanik'te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafından çıkarılan Genç Kalemler (Nisan 1911) dergisinde "Yeni Lisan" adıyla ileriye sürülmüş ve "millî edebiyat"ın "millî lisan"dan doğabileceği görüşü savunulmuştur. Yalnız sözde kalmayıp başarılı örneklerle de desteklenen bu hareket kısa bir zamanda tutunmuş ve bütün 20. yüzyıl Türk edebiyatının ayırıcı niteliği olmuştur. Bu bakımdan, 1911 yılını, "Millî Edebiyat" akımının olduğu kadar 20. yüzyıl Türk edebiyatının da başlangıç tarihi olarak kabul etmek mümkündür. Millî Edebiyat Dönemi şiirinin genel özellikleri: * Şiirde genellikle ulusal ölçü olan hece ölçüsü kullanılmıştır. * Ulusal değerlere yönelme eğilimi olduğundan Halk edebiyatı nazım biçimleri kullanılmıştır. Nazım şekli olarak koşma kullanılmıştır. Bunun yanında "sone" gibi Batılı nazım biçimleri de kullanılmıştır. * Dilde aşamalı olarak sadeleşmeye gidilir. Yeni Lisan hareketinin teklifleri şiirde uygulanır. * Millî Edebiyat şiirinde daha çok, Türkçe kelimelerin oluşturduğu yarım ve tam kafiye kullanılmıştır. Somut benzetmelere yer verilmiştir. * Halkın yaşantısı ve ülke sorunları konu edilmiştir. Özellikle yurtseverlik, kahramanlık konularının yanında doğa ve yurt güzellikleri de işlenmiştir. * Fars ve Yunan mitolojisi yerine, Türk mitolojisinin önemli figürleri ve olayları şiire girer. Oğuz Kağan, Orhun Yazıtları, tarihte yaşamış ve hayal ürünü kahramanlara göndermelerde bulunulur. * Millî Edebiyat Dönemi şiiri sosyal ve didaktik karakterlidir. * Şiir, bir fikrin, ideolojinin taşıyıcısı olarak görülür. Bu dönemde İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve Batıcılık gibi çeşitli fikir akımları şiirde temsil edilmiştir. * Memleket hayatı, ilk kez bu dönemde bu kadar geniş ve kapsamlı biçimde şiire girmiştir. * Türk tarihi bir bütün olarak düşünülmüş, Ergenekon'dan Çanakkale'ye, Kurtuluş Savaşı'na kadar bütün tarih sahneleri şiire aktarılmıştır. * Millî Edebiyat şiirinde sanatlı söyleyiş ikinci plana atılmış; biçime değil, içeriğe önem verilmiştir. * Millî Edebiyat şiirinde bir destan geleneği oluşur. İster uzak geçmişi anlatsın ister yakın geçmişi, gerçek olaylar bir destan soluğu içinde anlatılmaya çalışılır. Kimi zaman bu, manzum masal, manzum efsane şeklinde kendini gösterir. * Yerli kaynaklardan yararlanan Millî Edebiyat Dönemi şairleri, romantik söyleyişin dışında şiire yeni bir estetik getiremediler. ** Konu anlatımını ekten indirebilirsiniz...
Tags:
Yorumlar (0)
![]() Yorum yaz
|